Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Seyyah olup şu âlemi gezerim,
Bir dost bulamadım gün akşam oldu.
Kendi efkârımca okuryazarım,
Bir dost bulamadım gün akşam oldu.’’
Taş, üstünde taş, yükseldi duvarlar, sahte gülüşlerdeki bakışlar gibi anlamını yitirdi yaşam, kör kuyulara atılan mahkûmlar kadar yalnız kaldık koca şehirde.
Oysa umutlarımız vardı.
Ayaklarımda beyaz çoraplar, ütülenmiş gömleğimi ve pantolonumu uzattı kız kardeşim. Yüreğim deprem yaşamışçasına çarpıyor, ilk defa evimden ayrılmanın heyecanı ve korkusu ile annemin elini öptüm, ağladım ilk defa.
Adet olduğu üzere kapının önünde su serptiler ardım sıra. Ben içimde fırtınalar koparak bir daha geri gelmeyeceğim istediğiniz kadar su serpin diye tebessüm ettim. Acaba bu hınzırca gülümsememi gördüler mi bilemem.
Hayatımda ilk defa , tuvalet ihtiyacı için para aldıklarında şaşırdım, ürperdim. İlk defa masada sürahide su yoktu. Lokantada içtiğim su için ayrıca para aldılar.
İstanbul’a ilk geldiğimde ayaklarımdaki beyaz çoraplara bakarak kızlar kıs, kıs güldüler ilk defa kıro dediler duyacağım biçimde.
Kiralık ev aradım günlerce, yok dediler, bekâra ev yok. Hele Kars’lıyım diyince adamların suratı bir başka asıldı. Anlamadım neden Karslı’yım diyince suratlarının asıldığını.?
İş aradım günlerce, koca fabrikaların kapılarından döndüm. Biz seni ararız dediler. Meğer bu baştan savmanın nazik bir yöntemiymiş. Oysa, yok işimiz yok, seni almıyoruz deseler de olurdu.
Tam bitip tükendiğim bir akşamüstü Hüseyin’i tanıdım. Bir inşaatta kum taşıyordu. Ona doğru baktığımı görünce;
- Ne baktın kardeşim, hiç kum taşıyan adam görmedin mi?
- Yok dedim, öylesine baktım.
- İş mi arıyorsun, nesin diye sordu.
Evet, iş arıyorum. İnşaatta iş var mı bende çalışabilir miyim?
Kahkahalarla güldü. Meğer - iş mi arıyorsun argoda, belamı arıyorsun git başımdan beni uğraştırma anlamına geliyormuş. Benim saf ve doğallığıma şaşırarak yanına çağırdı. Tanıştık. Erzincan’lı olduğunu söyledi. Erzincan’ın Tercan kazasından gelmiş.
Beş yıldır inşaatlarda çalışıyorum dedi. Beni kalfayla tanıştırdı. Ertesi sabah bende o inşaatta işe başladım.
Öğlen yemeğini beraber yedik. Biraz peynir, iki üç domates birde kuru soğandı, öğlen yemeği. İnşaattan topladığımız kalas parçalarıyla yakılan ateşte çay demledik.
Birkaç gün böyle geçti. Sonra bende inşatta tahtalardan yapılan derme, çatma kulübede yatmaya başladım.
Yorgun argın döndüğümüz kulübede küçük bir tüp gazın üzerinde yemek pişirir, orada soğuk sularla naylon leğenlerde çamaşır yıkardık. En büyük lüksümüz arkadaşları dışarı gönderip yarı ısıtılmış suyla banyo yapmaktı.
Böyle yaşanan gurbet akşamlarında öğrendim Sınıf Mücadelesini, böyle akşamlarda alın terinin sermaye karşısında ezildiğini anladım.
Yorgun bedenlere rağmen hasret ve özlem kokan mektuplar yazılırdı, bazı arkadaşların okuma yazması olmadığından onların gelen mektuplarını okur, onların ağzından mektup yazardım.
Mektuplarında, anne, baba, dostlara selam yazılırdı, kapıdaki köpek, ahırda ki öküz bile sorulurdu, yüreklere kor gibi düşen gurbet akşamlarında. Ne yavuklu, nede eşine selam söyleyemezdi. Bilirdi mektup köy meydanında Öğretmen beğ tarafından okunacak. Mektubun ucunu yakardık. Herkes bunun anlamını bilirdi.
‘‘ Yine yakmış yar mektubun ucunu,
İbibikler öter ötmez ordayım ’’
İnşaatta çalıştığım günlerde beyaz çorap ve iç çamaşırı giymedim, yok, kıro dediklerinden değil, yıkamak zor olduğundan giymedim.
Bir mayıs günü işi bıraktık. Taksim meydanında İşçi kardeşlerimizin yanında olmalıyız dedi Hüseyin. İlk defa Direniş lafını duydum ondan.
Taksim meydanında toplanan kalabalığın arasında sol ellerimiz havada avazımız çıktığı kadar bağırdık, sloganlar attık. İlk defa ‘ Kahrolsun Emperyalizm’ – ‘Kahrolsun Faşizm’ yaşasın işçi direnişi sloganlarını öğrendim. Gerçi çok sonraları dayak yediğimiz polislerinde maaşları az diye yürüyüş yaptıklarını duydum.
Ara sokaklara dağıldık. Hüseyin’i bulamadım. Kasımpaşa’dan Aksaray’a kadar yayan yürüdüm. Aksaray’dan dolmuşa bindim ve inşaata geldim.
İnşaatta birkaç arkadaş vardı. Baktım herkes eşyalarını topluyor. Nedir, ne oldu diye sordum.
Hüseyin’i polis tutukladı, en geç yarın burayı da bulurlar. Eğer tutuklanmak istemiyorsan eşyanı topla ve buradan uzaklaş.
Şaşırdım, biz kimseye zarar vermedik ki. Hem radyolar işçi bayramı diyor. Biz bayram kutlamaya gitmedik mi?
Ecevit radyo haberlerinde işçilerin bayramını kutlamadı mı?
Demirel ‘benim işçi kardeşlerim’ diye başlamadı mı nutuk atarken.
O inşaatta çalışan 20 kadar işçi bir akşam vakti dağıldı. Çoğu ikişerli, üçerli gruplara ayrıldı. Tek başıma kaldım.
Bir çantaya üç beş eşyamı koydum, Sünger yatağımı ve battaniyemi inşaatta bekçilik yapan pala Hamza’ya bıraktım.
Gözyaşları içinde ayrıldım oradan, bir daha Hüseyin’den haber alamadım.
Ne zaman bir inşaata kum çekildiğini görsem içim daralır, ağlamak isterim.
Yıllar geçti, Ekmek kavgasında kâh üzüldüm, kâh sevindim,aylar önce bir inşaatın önünde arabamı durdurdum. İnşaatın üst katlarına kum çeken arkadaşlara bakmaya başladım. İçlerinden hafif kirli sakallı olan bana doğru baktı,
- Buyur abi, birini mi aradın.?
- Hüseyin, diyecek oldum, sonra vazgeçtim. Nereden tanıyacak, aradan 25 yıl geçti. Şimdi Hüseyin 45-50 yaşında olmuştur. Saçları beyazlamış, omuzlarına yılların yorgunluğu çökmüştür.
- Kolay gelsin arkadaşlar dedim, ve oradan ayrıldım. Arabanın radyosunda çalan türkü yüreğimi dağladı.
- Gözyaşlarıma engel olamadım. Ümraniye’den Boğaziçi köprüsüne doğru giderken yol kenarına dizilen koca, koca plazalara, gökdelenlere baktım. Her binanın çakıl taşında, kum tanesinde Hüseyin’i gördüm.
‘‘Bilmem el elinden, yoksa özümden,
Ah ettikçe yaş gelir gözümden,
İki elim kalkmaz oldu dizimden,
Bir dost bulamadım gün akşam oldu.
Kul Himmet üstadım ummana daldım,
Gelenden geçenden haberin aldım.
Mecnun olup şallar, şallar geyip dolandım.
Bir dost buldum ama tez akşam oldu.’’alıntı