*
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Gönderen Konu: 30 Ağustos Zafer Bayramı  (Okunma sayısı 1079 defa)

Çevrimdışı melleseferi

  • öMeR
  • Administrator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 20677
  • SiTe YöNeTiCiSi
    • MeLLeSeFeRi.com
30 Ağustos Zafer Bayramı
« : Ağustos 30, 2010, 04:45:05 ÖS »


Hiç bir zafer gâye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan gâyeyi elde etmek için gerekir en belli başlı vasıtadır. Gâye, fikirdir.

Zafer, bir fikrin istihsâline (elde edilmesine) hizmeti nispetinde kıymet (değer) ifade eder. Bir fikrin istihsâline dayanmayan bir zafer pâyidar olamaz (yaşayamaz) . O, boş bir gayrettir.

Her büyük meydan muhare-besinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya) doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.

Mustafa Kemal ATATÜRK - (Ankara, 16 Eylül 1921)

GÜNÜN ANLAMI VE ÖNEMİ

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür olarak yaşama hakkımıza son veriliyordu. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız bu topraklar düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu.

Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi. 19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkmasıyla, lideriyle kucaklaşan Anadolu, Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Amasya Genelgesi'nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920'de TBMM'yi kurdu. Böy-lece hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı'nın merkezi Ankara oluyordu.

TBMM meclisi yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. "Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı görüşü"nden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İlk başarı, Doğu'da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı. Bu savaşların kazanılmasıyla Yunanlılar'a büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bunun üzerine Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Saldırı üzerine Mustafa Kemal, or-dularına: "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi.

Türk askeri, büyük bir azim ve fedakârlıkla bu karara uydu. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal'e "gazi" unvanı ve "Mareşal" rütbesi verildi.

BAĞIMSIZLIK

Artık Osmanlı devleti gerçekte ve uygulamada bağımsızlıktan yoksun duruma dürüşülmüştü, Bir devlet ki, kendi uyruklarına koyduğu vergiyi yurdunda yaşayıp kazanan yabancılara uygulayamaz; gümrük işlerini, vergilerini ülke ve milletin isteklerine ve çıkarlarına göre düzenlemesi yasaktır. Bir devlet ki sınırları içinde suç işleyen yabancıları yargılayamaz, cezalandıramaz. Böyle bir devlete elbette bağımsız denemez.

Devlet ve millet işlerine karışma, bu kadarla bitmiyordu. Doğrudan doğruya günün gerektirdiği, ulusun istediği birçok işlere devletin girişme hakkı yoktu. Demiryolu yapmak, fabrika kurmak, artık elinde değildi.

Yabancılar böyle girişimleri daha başlarken durdurabilirlerdi. Yaşamasını ve yönetimini kendi gücü ve karan ile sağlamaktan yoksun bir devlete

bağımsız denilebilir miydi? Devlet, bağımsızlığını çoktan yitirmişti. Osmanlı ülkesi artık yabancıların sömürgesi olmuştu. Osmanlı halkı içindeki Türk milleti büsbütün tutsak bir duruma düşürülmüştü, Bu sonuç, deminden beri belirttiğim gibi, milletin, kendi iradesini, kendi egemenliğini kendi kullanamamasından; bu iradeyi, bu egemenliği şunun bunun eline bırakmasından doğmuştu. Öyleyse, kesinlikle diyebiliriz ki bir ulusal egemenlik dönemi yaşamıyorduk. Ulusun, egemenliğini eline almaması yüzünden, geçirdiği dünya savaşında, değerli çocuklarımızdan toplanmış ordularımızın Gafiçya'da, Romanya'da, Makedonya'da, Kafkas dağlarında, Sina çöllerinde katlandığı eziyetleri ayrıca belirtmemizi gerektirecek kadar uzun zaman geçmemiştir; genel savaşın uğursuzluğunu da bilmeyenimiz yoktur. Hele Mondoros'la açılan "mütareke" döneminin acıklı durumunu şöyle bir gözden geçirirsek göreceğimiz baştan aşağı bir çöküntüden başka bir şey değildir. Karşı devletler, her türlü uygarca ve insanca verilen sözleri ve hakları hiçe sayarak yurdumuzun en değerli, en verimli yerlerini çiğnediler. İzmir'i, Bursa'yı, Eskişehir'i ta Sakarya'ya kadar, sonra bütün Adana ve -dolaylarını, Trakya'yı- İstanbul'u,'en sevgili yerlerimizi çiğnediler. Bizde bu düşmanların, bu davranışlarından daha acıklı, daha korkunç bir iş oldu; Yüzyıllardır bu milletin başında, bu ulusun egemenliğine konmuş olan kimseler de düşman sırasına geçtiler ve bu düşmanlar, bu iç düşmanlarımız, dış düşmanların yapmadığı, yapamayacağı korkunç ve iğrenç davranışlara girişmekte bir sakınca görmediler. Dış düşmanlar, saydığımız sevgili yurt topraklarında bulunurken; padişahın çıkardığı fetvalar ve fermanlarla, kurduğu "halifelik ordusu" ile bu suçsuz millet şurada burada kandırıldı, aldatıldı. Yurdumuzun şurasında burasında millet gücüne karşı baş kaldırmalar oldu.

Şu bu nedenle çoktandır bağımsızlığını yitirmiş Osmanlı Devleti böylece çöküp gitti. Düşmanlarımız bununla da yetinmediler; Osmanlı devletini kuran Türk milletinin, bu ülkenin gerçek halkının da yok olacağını, eriyip gideceğini umdular. İşte bunda çok aldandılar, Osmanlı devletini ve Osmanlı devleti gibi çok devletleri kurmuş olan Türk milleti yok olmamıştır. İçten ve dıştan gelen bu öldürücü, bu tiksindirici vuruşla birdenbire uyanmış, silkinmiş, kendisine gelmiş; şerefle, namusla yaşamak için başını kaldırmış, birleşip kaynaşarak ortaya atılmıştır.

BÜYÜK VE ASiL TÜRK MlLLETİ !

Ordularımız 9 Eylül 1338 (1922) sabahı İzmir''imizi ve yine 9 Eylül 1338 (1922) akşamı Bursa'mızı muzafferen kurtardılar. Akdeniz askerlerimizin zafer terâneleriyle dalgalanıyor.

Asya İmparatorluğu'na yeltenen küstah bir düşmanın muharebe

meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu kumandanlarıyla kumanda heyetleri günlerden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'niıı savaş esiri bulunuyorlar.

Düşmanın başkumandan tayin ettiği general (Trikopis), birçok gece ve gündüz ümitsizce muharebeyi ve her kurtuluş çaresini tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki generaller ve kurmayları ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilenleriyle teslim oldu. Eğer Yunan kralı da bugün esirler meyânında bulunmuyorsa: bu taç sahiplerinin, işleri esasen yalnız milletlerinin sefalarına iştirak etmek olduğundan muharebe meydanlarının felâketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatlarındandır.

Batı fabrikalarının çelik zırhları ile kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında subayları tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden dehşete düşerek kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı. Düşman ordularının savaş malzemesi hemen üçte iki itibariyle topraklarımızdadır. Düşmanın esirlerden başka insan zayiatının yüz binden ne kadar fazla olduğunu tayin etmek müşkildir. Fakat resmî ağızla milletimize müjdelerim ki bizim insan zayiatımız dörtte üçü hafif yaralı olmak üzere on bin nüfusa bâliğ olmaktadır.

Büyük Türk Milleti ! Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir kemâl ile tezahür etti. Millet orduları on dör gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Dört yüz kilometrelik fasılasız bir takip yaptılar. Anadolu'daki bütün işgal edilmiş topraklarımızı geri aldılar. Büyük zafer münhasıran senin eserindir. Çünkü İzmir'imizi siyasî hırslar neticesinde âdeta ınemnunen düşmana teslim eden heyetlerle milletin hiçbir münasebeti yok idi. Bursa'mızı istilâ eden Yunan kuvvetleri ise ancak imparatorluğun askerî teşkilâtıyla işbirliği yaparak muvaffak olmuş-lardı. Vatanın kurtuluşu, milletin rey ve idaresi kendi mukadderatı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zaman başlamış ve ancak mil-letin vicdanından doğan ordularla müspet ve katî neticelere ermiştir. BÜYÜK VE NECİP TÜRK MİLLLETİ ! ANADOLU'NUN KURTULUŞ ZAFERİNİ TEBRiK EDERKEN SANA İZMİR'DEN, BURSA'DAN, AKDENİZ UFUKLARIN-DAN ORDULARININ SELAMINI DA TAKDİM EDİYORUM.

KOCATEPE'DEN İZMİR'E...

Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları!

Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip miletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz.

Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet

ve fedakarlıklarınızı, yakından müşahade ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim.

Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini gözönüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikri güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim.

Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!

alıntı