*
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88

Gönderen Konu: İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ  (Okunma sayısı 2010 defa)

Çevrimdışı melleseferi

  • öMeR
  • Administrator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 20661
  • SiTe YöNeTiCiSi
    • MeLLeSeFeRi.com
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
« : Ağustos 03, 2012, 04:09:34 ÖS »
İFADE  ÖZGÜRLÜĞÜ

Sorunlar-Sebepleri-Çözüm Önerileri

İfade özgürlüğü, diğer bütün temel hak ve özgürlüklerin temeli ve hatta hak ve özgürlüklerin içinde en önemlisidir denilse yanlış olmaz. Zira, diğer bir çok özgürlüğün varlığı, bu özgürlüğün gerçekleşmesine bağlı bulunmaktadır.

İfade özgürlüğü, “düşünce özgürlüğü” “kanaat özgürlüğü” “açıklama” “konuşma” şeklinde ifade edilmektedir. Bu nitelemelerin her biri, ifade özgürlüğünün bir yönünü yansıtmaktadır. İfade özgürlüğü, bazen düşünce özgürlüğünü ifade etmek için kullanılmaktadır. Ancak “düşünce özgürlüğü”, (ifade özgürlüğüne kıyasla) daha geniş bir kavram olarak kabul edilmektedir.

Düşünce özgürlüğü, (genel kabule göre) üç unsurdan oluşmaktadır. Bunlardan,

birincisi, (düşünceyi dile getirme) “ifade özgürlüğü”,

ikincisi, (belli bir düşünce etrafında) “örgütlenme” özgürlüğü,

üçüncüsü ise, “düşünceyi yayma” özgürlüğüdür.

Bu üç unsurun bileşimi, düşünce özgürlüğünü meydana getirmektedir. Bu üç unsurdan birinin yokluğu, düşünce özgürlüğünün de mevcut olmadığı anlamına gelmektedir. Zira kafanın içindeki bir düşünce, zaten denetlenemez.

Düşünce özgürlüğünden söz edilebilmesi için, bu düşüncenin, önce, dışa vurulması/açıklanabilmesi gerekmektedir. Düşüncenin dışa vurumu/açıklanması önündeki engellerin ortadan kaldırıldığını varsayalım. Düşünce özgürlüğü için, bunu da yeterli kabul etmek mümkün değildir. Çünkü yeni bir düşünceyi seslendirenler, tarih boyunca, örgütlü kitlelerin güçlü tepkilerine ve çeşitli baskılarına maruz kalmışlardır. Bu örgütlü kitlelere karşı, bireysel bir mücadeleyi, “özgürlük” olarak nitelendirmek mümkün değildir. Bir özgürlükten söz edilebilmesi için, bu özgürlüğün “kullanılabilir” olması gerekir. Düşünce özgürlüğünün kullanılabilir olması da, -her şeyden önce- aynı düşünceyi paylaşanların kendi aralarında örgütlenebilmelerinin imkan dahilinde olması anlamına gelmektedir. Herhangi bir özgürlüğün varlığı, “kullanılabilmesine” bağlı olduğu takdirde, düşünce özgürlüğü için bir şart daha gerekmektedir. Bu da düşünceyi yayma özgürlüğüdür. Düşünceyi yayma özgürlüğü, belki de düşünce özgürlüğünün, en önemi ögesini oluşturmaktadır. Sadece düşüncelerin açığa vurulması/ifade edilmesi ve aynı düşünceyi paylaşanların bir araya gelmesi, düşüncenin yayılmasına imkan vermeyeceği açıktır. Yayılma imkanı olmayan bir düşüncenin, toplumsal dinamikleri harekete geçirmesi ve toplumu dönüştürmesi mümkün değildir. Düşünce özgürlüğünün en somut göstergesi, kendi aralarında örgütlenmiş düşünce gruplarının/ekollerinin, hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan, her türlü kitle iletişim aracıyla (radyo-televizyon-gazete-dergi, internet vs.) düşüncelerini yayabilmesidir. Ancak o zaman yerleşik inançlar/düşünceler sarsılabilir,  tartışılabilir ve değiştirilebilir...

Ülkemizdeki düşünce özgürlüğüyle ilgili sorunları da, (ifade ve kanaat -edinme açıklama- özgürlüğü, belli bir düşünce etrafında örgütlenme özgürlüğü ve tercih edilen düşünceyi yayma özgürlüğü şeklinde) üç ana başlık altında ele alınmasının uygun olacağı kanısındayız.

Yukarıda arz edildiği üzere, düşünce özgürlüğünün ilk aşaması, ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğünden söz edebilmek için, kişinin, farklı fikir ve düşüncelere özgür bir şekilde ulaşması, bu fikirler arasında (özgür bir şekilde) tercih yapabilmesi (kanaat sahibi olması),  ve tercih ettiği düşünce ve kanaati başkalarıyla paylaşma özgürlüğünün mevcut olması gerekmektedir.

Bir ferdin, herhangi bir düşüncenin doğru olduğuna karar verebilmesi (seçebilmesi) ve tercih edebilmesi (kanaat hürriyeti), özgür bir ortamın varlığını zorunlu kılmaktadır. Belli kanalların tıkalı olduğu bir siyasi rejimde, özgür bir düşünce seçiminden söz etmek imkansızdır. Bireyin kanaatinin oluşumu, eğitim kurumu (okul), radyo ve televizyonlar, gazete ve dergiler, yayınevleri, internet, vs. çok sayıda etkenin bir araya gelmesiyle mümkün olabilmektedir.

Ülkemizde, ifade özgürlüğü önünde (sosyal-siyasal-ekonomik-hukuki) çok sayıda engel bulunmaktadır. Tek tip eğitim, medyadaki tekelleşme, farklılıklara ve çok sesliliğe tahammülsüzlük, bilimsel özerkliğin yok edilmesi, vs. bu engellerden sadece bir kaçıdır.

Bununla birlikte, ifade özgürlüğünün önündeki en önemli ve en temel sorun, devletin belli bir ideolojiyi resmileştirmesi (yani, belli bir ideolojiye sahip olması) dir. Devletin belli bir ideolojiye sahip olması, devletin (tüm vatandaşlarına karşı eşit mesafede durmasını gerektiren) tarafsızlığı önündeki en büyük engeldir. Anayasa Mahkemesi, Devlet Güvenlik Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu gibi meclis üstü kurumlar, resmi ideolojinin sürekliliğini sağlayan, en önemli kurumlardır. Milletin egemenliği sınırlayan bu kurumların varlığı (ve etkinliği) devam ettiği müddetçe, “Hukuk devleti”ne ulaşılamayacağı açıktır. 

“Bireyin değil, devletin ön planda olduğu ve kutsal sayıldığı bu rejimler, resmi ideolojiye dayanan ve bunun dışındaki fikirlere hayat hakkı tanımayan rejimlerdir.”[1] “Resmi ideoloji, başta ilim hayatı olmak üzere her alanın denetiminde kullanıldığından, çoğulculuk yadsınır ve düşünce dünyasına aktif müdahalelerde bulunulur.”[2] Müdahalelerin temel gerekçesi, her şeyden önce kişinin rasyonel bir varlık değil, kendisine yön verilmeye muhtaç biri olarak algılanmasıdır. Gerçeğin ya da doğrunun tespiti yöneticilerin tekelinde görüldüğünden, farklı olmaya ve düşünmeye izin verilmez. Farklı fikirlerin öne sürülmesi, toplum düzenine bir tehdit olarak değerlendirilir.”[3]

“Gerçekte, farklı düşünmek ve farklı fikirleri öne sürmek serbest fikir akışının sağlandığı, halkın haber ve bilgilere serbestçe ulaşabildiği bir ortamda mümkündür. Oysa antidemokratik rejimlerde halkın haber alma kanalları tek bir çizgide yönlendirildiğinden, sadece belli dogmaların ezberlenmesi söz konusudur. Dolayısıyla halkın haber alma ve bilme hakkının yerini, bu rejimlerde tespit edilene inanma hakkı almıştır. Böyle olunca, fikirlerin hükümet politikalarına şekil vermek ya da onları düzeltmek gibi bir fonksiyonları yoktur. Esas itibariyle ifade hürriyeti, sadece yöneticiler için bir haktır. Toplumun geri kalanı için ifade hürriyeti, devlete karşı ileri sürülebilecek bir hürriyet değildir. Yalnızca rejimin savunulması ve geliştirilmesi için kullanılabilir.

Bu tür siyasi rejimlerin dayandığı temel felsefe pozitivizm olup, kaynağında gerçeğin ve doğrunun önceden tespiti ve değiştirilemezliği ilkesi bulunmaktadır. Siyasi alanın ayrıcalıklı bir seçkinler zümresinin tekeline alınması yanında, toplumsal alanların denetlenmesi için harcanan çabaların nihai amacı, toplumu belirli bir kalıba sokmak ve bireyleri her bakımdan standartlaştırmaktır.

Tek sesliliğin hakim olduğu bu rejimler pozitivist felsefenin sonucu olarak fikir suçunu bünyelerinde taşımaktadırlar. Rejimi ve ideolojiyi eleştiren fikirler cebir ve şiddet içermese ve eyleme geçmese de suç sayılmaktadır.”[4]

“Esas itibariyle belli bir ideolojili resmileştiren siyasi düzenlerin her zaman totaliter oldukları iddia edilmeyebilir, ancak demokrasiden oldukça uzak oldukları ve totoliterizm nüvesini içinde barındırdıkları evrensel bir gerçektir.”[5]

a)-Bilgiye ulaşma hakkı:

aa)-Haber alma hakkı ve özgürlüğü: Düşüncenin oluşumu, haber alma özgürlüğünün varlığını gerektirir. A.İ.H.S.nin 10.maddesi ve anayasanın 26.maddesi, “resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini” güvence altına almaktadır. A.İ.H.S.nin 10.maddesi, haber alma hakkı ve özgürlüğünü, ülke sınırları söz konusu olmaksızın geçerli olacağını öngörmektedir. Haber alma hak ve özgürlüğünün uluslararası bir boyut kazanması, haberlerin daha objektif biçimde ulaşmasına katkı sağlamaktadır. Gerçekten, yerel basında, bazı olaylar, (milli güvenlik, siyasi veya ekonomik nedenlerle) hiç yer almamakta veya olduğundan farklı bir şekilde takdim edilmektedir. Vatandaşların, aynı habere, farklı kaynaklardan ulaşabildiği takdirde, yönlendirilmeleri de o kadar zor olacaktır.

aaa)-Sorunlar: Ülkemizdeki radyo, gazete ve televizyon istasyonlarının çokluğu rekabeti getirmekte, hemen hiçbir konu gizli kalmamaktadır. Bununla birlikte, Radyo TV ve gazetelerin (ve hatta dağıtımın) belli merkezlerde toplandığı görülmektedir. Bu güç merkezleri, (medya patronlarının ticari çıkarları ölçüsünde) bazı haberlerin akışına (haber alma hakkına) engel olabilmektedirler. Bilgiye ulaşmada başlıca sorunlar medyadaki tekelleşme sorunudur.
bbb)-Sebepleri: Bilgiye ulaşmadaki sorunların temelinde, haberin bir hak ve özgürlük sorunu değil, manipülasyon aracı (araç) olarak görülmesi yatmaktadır. Belki de ülkemizdeki medyanın asıl işlevinin, (haber vermeyle birlikte) belli amaçlara hizmet etmesi olarak nitelendirilmesi haksızlık olmaz. Özetle, bilgiye ulaşma hakkının gereği şekilde yerleşmemesinin temelinde, demokratik gereklere riayet edilmemesi yatmaktadır. Gerçekten demokratik ülkelerde, medyadaki tekelleşmeyi engelleyici ve sınırlayıcı hükümler yer almaktadır.
ccc)-Çözüm önerileri: Haber alma hakkının sağlam bir temele oturtulması, sağlıklı bir yapı için büyük önem arz etmektedir. Haber kaynaklarının tek merkezden yönlendirilmesi halinde, kamuoyunun yanlış yönlendirileceği de açıktır. Bu nedenle,
(Demokratik ülkelerde olduğu gibi) medya patronları, belli bir gazete, televizyon veya radyoda, belli bir oranın üzerinde pay sahibi olamamalıdır.
Medya patronlarına, ticari faaliyet yasağı getirilmelidir.
Basılı yayınların dağıtımındaki tekelin önlenmesi için, bu alanda faaliyet göstermek isteyen kişi ve kuruluşlar özendirilmelidir.
bb)-Bilgi alma hakkı ve özgürlüğü: İfade özgürlüğünün oluşumunun önemli unsurlarından biri de, bilgi alma hakkı ve özgürlüğüdür. Bilgi alma özgürlüğü, şahısların sahip olukları bilgilere ulaşma anlamını içerdiği gibi, belli siyasi düşünceye sahip olanların düşüncelerine de ulaşma anlamını içerir. Bunun yanında, bilgi alma hakkı, sadece sivillerle sınırlı olmayıp, idareyi de kapsamaktadır. İdarenin de, (çok özel durumlar hariç) talep edilen bilgiyi verme yükümlülüğü vardır. Kişi, bütün bu bilgilere çok rahat bir şekilde ulaşabilmeli ki, bu bilgi ve düşünceler arasında sağlıklı bir tercih yapabilsin!

aaa)-Sorunlar: İfade özgürlüğünün önündeki engeller nedeniyle, bilgi alma hakkı büyük bir kısıtlamaya maruz bulunmaktadır. Bilgi kanallarının büyük bir çoğunluğu tıkalıdır.[6] Devletin ideolojik yapısı, (bu ideolojiye aykırı) farklı fikirlerin pazara girmesine engel olmaktadır. Bu yapıyı kırmak isteyenlerin, her türlü riski üstlenmesi gerekmektedir. (Resmi ideolojiye aykırı) Kitaplar, çoğu kere yasaklı kitaplardır. Resmi ideolojiye aykırı dergiler, (milli güvenlik açısından) potansiyel suçlu durumundadırlar. İdeolojik devlette, idarenin uygulamaları da genellikle aleni değildir. Vatandaşın devletten bilgi alması mümkün değildir.
bbb)-Sebepleri: Bilgi alma hakkının en önemli nedeni, ifade özgürlüğü önündeki kısıtlamalardır. Bir diğer nedeni, her türlü fikrin, (serbest rekabet ortamında) pazara sunulamamasıdır. Özellikle (resmi ideolojiye) aykırı (farklı) fikirlerin, potansiyel suç olarak görülmesidir. (Hemen her ülkede, vatandaşların çoğu böyle bir riski üstlenmemektedir.)
ccc)-Çözüm önerileri: bilgi alma hakkının gerçekleşebilmesi için, bu hakkın önündeki her türlü engel kaldırılmalıdır. (Sözler, eyleme davet veya toplumda çatışmaya neden olabilecek nitelik taşımadığı takdirde);
Basın-Yayın özgürlüğü sağlanmalıdır. Resmi ideolojiye akredite gazeteciler değil, farklı görüşe sahip gazeteciler de aynı özgürlükten yararlanmalıdır.
Bilimsel özerklik sağlanmalıdır. Farklı ve aykırı düşüncelerin yasaklandığı bir ortamda, bilimsel özerklikten bahsetmek mümkün değildir. Bilimsel özerkliğin olmadığı bir ortamda bilimin yerini (bilimsel doğrular değil) inançlar alacaktır.
İfade özgürlüğü sağlanmalıdır. Bu özgürlüğün kısıtlandığı bir ortamda, (ifade edeceği görüş ve kanaati yasal bir korumadan yararlanamayacağı için) bireyler arası bilgi alışverişi de kısıtlanacaktır.
İdare bilgi verme yükümlülüğünde olmalıdır. İdarenin tasarrufları hakkında bilgi vermemesi, keyfiliği artırıcı bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, idarenin (vatandaşların herhangi bir konuda talebi karşısında) bilgi vermesi sağlanmalıdır.
cc)-Eğitim alma hakkı: İfade özgürlüğünün gerçekleşebilmesi, dileyen kişinin (farklı düşünce ve eğilimlerin dayanaklarını öğrenmeye yarayan) eğitim alması hakkını da içermektedir. İfade özgürlüğünün niteliği gereği, eğitim, yönlendirmeden uzak ve özgür bir temele dayanmalıdır. Ancak bu şekilde düşünceler arasında özgür bir şekilde tercih imkanından söz edilebilir. “Eğer eğitim kişileri bilgilendirici, potansiyellerini geliştirici tarafsız bir kamu faaliyeti olarak ele alınmayıp, onları belli bir inanç, dünya görüşü veya ideoloji doğrultusunda yetiştirmeye elverişli bir faaliyet olarak değerlendirilirse, (...) fertlerin düşünebilme yeteneklerini tek yönlü görüş ile sınırlandıracak, olaylara bakış açısını daraltacak, ifade hürriyetinin özünü zedeleyecektir.”[7] A.İ.H.S.ne EK 1.nolu protokolun 2.maddesi, “ana ve babanın dini ve felsefi inançlarına aykırı fikirlerin eğitim yoluyla aşılanmasını yasaklamaktadır.” Anayasanın 5.maddesi, “devletin kişinin serbestçe düşünme hürriyeti sağlayacak ortamı oluşturmasını” düzenlemektedir.

aaa)-Sorunlar: kişiliğin oluşumu, sağlıklı nesillerin yetişmesi ve sağlıklı bir toplumun en önemli koşulu, özgür bir eğitimden geçmektedir. Zira küçük yaşlardan itibaren kişilerin düşüncelerinin (ve kişiliğinin) oluşumunda en önemli etken eğitimdir. Ülkemizde, düşüncenin oluşumunda birinci derecede etkin olan eğitimin, özgür bir düşüncenin oluşumuna katkı sağladığından söz etmek imkansızdır. Zira ülkemizde eğitim, yasayla[8] “tek tip”tir. Yürürlükteki yasalar, eğitimin her kademesinde, (demokratik bir toplumun gereklerinden olan) farklılaşmaya imkan vermemektedir. Dolayısıyla, eğitimdeki devlet tekeli, düşünce özgürlüğü önünde en önemli sorunlardan biridir.
Eğitimdeki sorunlardan biri “fırsat eşitliği”nin mevcut olmamasıdır. Eğitim standartları (ve eğitimde fırsat eşitliği) açısından, ülkenin doğusuyla batısı arasında bir uçurum mevcuttur. Daha da önemlisi, eğitimdeki fırsat eşitliğini gidermek yerine yeni eşitsizlikler yaratılmaktadır. Gerçekten, üniversiteye girişte, (puan hesabındaki yöntemlerle) eğitim standartları yüksek olan okullar lehine ciddi ayrıcalıklar tanınırken, meslek liseleri mezunları, ciddi puan kaybına uğratılmaktadır.

bbb)-Sebepleri: Eğitimdeki devlet tekelinin sebebi, (ikinci dünya savaşından sonra revaçta olan) devletin ideolojik yapısından ve yapılanmasından kaynaklanmaktadır. İkinci sebebi,  vatandaşa duyulan güvensizlik, üçüncüsü ise, iç ve dış tehdit söylemlerinin abartılmasından kaynaklanmaktadır. Eğitim kalitesi yüksek okullara başarı puanı verilmesi suretiyle, “dar gelirli ailelerin çocuklarının” üniversiteye girişi engellenmek istenmektedir.[9]
ccc)-Çözüm önerileri:
Tevhidi tedrisat kanunu (eğitimdeki devlet tekeli) kaldırılmalıdır. Devletin yetkisi, müfredatı belirleme (planlama) ve koordinasyon olarak sınırlandırılmalıdır.
Eğitim, yerel yönetimlere bırakılmalıdır.  Ders kitapları, (müfredat esas alınmak suretiyle), (demokratik topumun gerekleri esas alınmak suretiyle) yerel yönetimler tarafından seçilmeli veya hazırlanmalıdır.
Ekonomik imkanları yetersiz olanlara parasız eğitim alma hakkı ve eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır.
Özgür bir eğitim imkanı sağlanmalıdır.
Eğitim, herkesin rahatça ulaşabileceği şekilde, yurt sathına yaygınlaştırılmalıdır.
dd)-Kitle iletişim araçlarından yararlanma hakkı: Düşüncenin oluşmasında önemli etkenlerden biri de, kitle iletişim araçlarıdır. Kitle iletişim araçları, haberleşme özgürlüğünden yararlanırken, bu haberlerin muhatapları (sujeleri), da, “haber alma hakkı”ndan yararlanmaktadırlar. Dolayısıyla, kitle iletişim araçlarından birini veya bir kaçını susturmak sadece ilgili kitle iletişim aracına yönelik olmayıp, bireylerin haber alma hakkını da ihlal eder niteliktedir.

Görüldüğü gibi düşünce özgürlüğü ile, diğer hak ve özgürlükler arasında iç içe geçmiş, çok yönlü ve karmaşık bir ilişki bulunmaktadır. Bir taraf açısından, ifade özgürlüğünün oluşumuna katkı sağlayan bilgi edinme hakkı (örneğin, kitle iletişim araçlarından yararlanma), diğer taraf açısından (örnekte, kitle iletişim araçları) farklı bir işlev görebilmektedir. (Kitle iletişim araçları açısından, belli bir düşünceyi yayma fonksiyonu görmektedir.)

aaa)-Sorunlar: Kitle iletişim araçlarındaki tekelleşme, bazı kitle iletişim araçlarının (dolaylı veya dolaysız) okura/dinleyiciye/izleyiciye ulaşmasına engel teşkil etmektedir.
bbb)-Sebepleri: Kitle iletişim araçlarının (yararlanma hakkı) muhatabına ulaşması, kitle iletişim araçlarındaki (serbest rekabeti engelleyen) tekelleşme, ifade özgürlüğünün önündeki (yasal ve siyasal) sınırlamalar, nedeniyle engellenmektedir.
ccc)-Çözüm önerileri: Kitle iletişim araçlarının mesajının, muhatabına rahatça ulaşabilmesi için,
Kitle iletişim araçları vasıtasıyla, kendilerini özgür bir şekilde ifade etmek isteyen kişi ve kuruluşların önündeki her türlü engel ve sınırlamalar kaldırılmalıdır.
Kitle iletişim araçlarının mesajının, muhatabına ulaşmasını sağlayacak her türlü fiziki imkan sağlanmalıdır. (Dağıtım tekelinin kırılması, radyo ve TV dalgalarının ve internet ağının yurdun her yerine ulaşması, istasyonlar kurulması, genişletilmesi,  teknik alt yapı oluşturulması.)
ee)-Haberleşme hak ve özgürlüğü: Düşüncenin oluşmasına ve bilgiye ulaşmada önemli araçlardan (yöntemlerden) biri de haberleşme özgürlüğüdür.  Mektup, telgraf, telefon, e-posta vs. haberleşme araçlarından bazılarıdır.  Kişi, haberleşme yolu ile, istediği bilgilere ulaşabilmektedir. Haberleşme kaynaklarının kısıtlanması, düşünce özgürlüğü açısından da kısıtlama oluşturmaktadır.

aaa)-Sorunlar: 21.yüzyıl, (haklı olarak) “iletişim çağı” olarak da anılmaktadır. 20.yüzyılın en etkili iletişim araçlarından biri olan radyo ve televizyondan başka, cep telefonları, internet, e-posta, vs. son derece geniş iletişim imkanları sunmaktadır. Bununla birlikte, iletişim maliyetlerinin yüksekliği, iletişimi (gelir durumu düşük geniş kitleler açısından) minimal düzeyde tutmaktadır.
bbb)-Sebepleri: Haberleşme hak ve özgürlüğünün birinci sebebi, az gelişmişlikle ilgilidir. Gerçekten ülkemizin büyük bir bölümünde, (iletişimin yaygınlaşmasına katkı sağlayacak) yeterli alt yapı şebekesi bulunmamaktadır. İkinci sebebi, “gündelik işler dışındaki” muhaberatın riskli olmasıdır. Bir diğer sebebi de, haberleşmenin maliyetinin yüksekliğidir.[10]
ccc)-Çözüm önerileri: Haberleşme hak ve özgürlüğünün tahakkuku için,
Haberleşmenin yurt sathına yaygınlaşması için, (ara istasyonlar, yansıtıcılar, uydular vs.) her türlü alt yapı hizmetlerinin tamamlanması gerekmektedir.
Haberleşme maliyetlerinin, en alt düzeyde olması gerekmektedir.
b)-Kanaat Hürriyeti:

aa)-Kanaat edinme: İfade özgürlüğünün ikinci aşaması, ulaştığı çeşitli düşünceler arasında kendince en doğruyu seçerek kanaat edinmesidir. Kişi, kanaatini belirlerken, en özgür seçimini yapacaktır. “Kanaat hürriyeti, kişinin fikir ve kanaatlerinden dolayı kaygı duymamasını ve bunları açıklamaya zorlanmamasını gerekli kılmaktadır.”[11] Kişinin bu kanaati, toplumun değer yargılarına aykırı olabileceği gibi, büyük çoğunluğu tarafından tehlikeli de bulunabilir. Kanaat hürriyeti, her türlü (farklı ve aykırı) bilgiye ulaşılabildiği takdirde gerçekleşebilir. Belli bilgilerin pazara sunulduğu bir ortamda (farklı fikirler arasında belli bir fikri) “seçme” değil, (sunulan belli fikirlere) “inanma” söz konusudur.  Dolayısıyla, öncelikle, (yukarıda açıklanan) “bilgiye ulaşma” önündeki, her türlü engelin kaldırılması gerekmektedir.

aaa)-Sorunlar: kanaat hürriyetinin önündeki en büyük sorun, farklı fikir kanallarının tıkalı oluşudur. Bireyin, (serbest rekabet ortamındaki bir malın sergilenmesi gibi) her çeşit fikre ulaşabilme imkanı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, (farklı ve aykırı fikirlerin de yer aldığı fikir kartelası arasında) özgür bir seçim imkanı da bulunmamaktadır.
bbb)-Sebepleri: kanaat edinme hürriyeti önündeki en önemli neden, bazı fikir kanallarının tıkalı oluşudur. İkinci nedeni, tek tip eğitim nedeniyle, özgür beyinlerin yetişmemesi, tek tip yetiştirilen bu beyinler aracılığıyla, (adeta gizli bir el tarafından) toplumun standardize edilmesidir.
ccc)-Çözüm önerileri: İfade özgürlüğünün ikinci aşamasını (yani, belli bir düşünceyi tercih aşamasını oluşturan) kanaat edinme, ancak özgür bir seçme hakkının mevcut olduğu bir ortamda söz konusu olabilir. Böyle bir seçme ortamı olmadığına göre, (genel geçer fikirlere) aykırı ve farklı fikirlerin önündeki yasaklar/engeller kaldırılmalıdır.
bb)-Kanaati açıklamama: Kanaat edinme hürriyeti, kanaati açıklamama hürriyetini de kapsamaktadır. Zira bazı hallerde, kişinin (dini, siyasi, vs.) kanaatini açıklaması,  aleyhine olabilir veya açıklanmasını istemeyebilir. Bu ilkenin bir gereği olarak, kişi, kanaatini açıklamak zorunda olmadığı gibi, kanaatini açıklamaya zorlanamaz.

aaa)-Sorunlar: Her türlü fikrin sunulduğu (sunulabildiği) bir pazarda, bunlardan birini (kendince en doğru olanı) tercih edebilmek elbette önemlidir. Ancak bu tercihi yapan kimse, (çeşitli nedenlerle), bu tercihinin (başkalarına) açıklanmasını istemeyebilir. Ülkemizde bu kanaatin açıklanmaması konusunda da ciddi sorunlar vardır. Bizzat devlet, bireyin kanaatini açıklamasını isteyebilmektedir.[12]
bbb)-Sebepleri: Kanaati açıklamama hürriyeti önündeki birinci engel, güvenlik soruşturmalarıdır. Devlet, (herhangi bir konuda) herhangi bir kişiyle ilgili tercihini kullanabilmek için, bireylerin kanaatini de araştırma/öğrenme ihtiyacı duymaktadır.
ccc)-Çözüm önerileri: Devlet, bireylerin kanaatini araştırmamalıdır.
Nüfus cüzdanlarındaki, “vicdan ve kanaat” tercihiyle ilgili bölüm kimlik bilgileri arasından çıkarılmalıdır.
Bir vatandaşa, (herhangi bir konuda) suçlama yöneltilmesi halinde, suçlamanın dışında, (yasal zorunluluk olmadığı takdirde) vicdani kanaatleriyle ilgili soru sorulmamalıdır.
c)-Fikir ve kanaatlerin açıklanma hürriyeti:

Yukarıda zikredilen araçlar yardımıyla, her türlü bilgi ve düşünceye ulaşan kişi bu görüş ve düşüncelerden birini tercih ettikten sonra, doğru olduğuna inandığı bu kanaatini (düşüncesini) başkalarıyla da paylaşmak isteyecektir. İşte bu aşama, düşünce özgürlüğünün en basit aşaması olan ifade özgürlüğünü oluşturmaktadır. İfade özgürlüğü, geniş kitleler nezdinde, düşünce özgürlüğünün bu ilk aşaması gelmektedir. Düşünce özgürlüğünün bu aşaması, elbette önemlidir ve düşünce özgürlüğünün ön koşuludur. Ancak düşünce özgürlüğünün diğer unsurları gerçekleşmediği takdirde, düşünceyi açıklama, sadece sembolik bir anlam taşıyabilir.

Düşünceyi açıklama özgürlüğü denildiğinde, ilk akla gelen, “düşünce açıklamaya herhangi bir sınırlama getirilip-getirilmeyeceği?” sorusudur. Bu soruya sağlıklı bir cevap verebilmek için, önce, böyle bir sınırlamanın gerekli ve yararlı olup-olmadığı? İkinci olarak, (bu sınırlama kabul edilecek ise) bu sınırlamada, hangi kriterlerin esas alınacağı? Hususudur.

İlk sorun, !”düşünceyi açıklamaya, herhangi bir sınırlama getirilip-getirilmeyeceği?dir. Kural olarak, düşüncenin ifade edilmesinde, herhangi bir sınırlamanın olmaması gerektiği kanısındayız. Bununla birlikte, (gelişmiş demokratik ülkeler dahil),dünyanın hemen her ülkesinde, “düşünce açıklaması”nın, çeşitli sınırlamalara tabi tutulduğu gözlemlenmektedir.

Örneğin,  Avusturya’da, “...kilise ve dini gruplara veya belli bir gruba mensubiyet dolayısıyla, düşmanca hareketlere tahrik 2 yıla kadar hapis...” cezasıyla cezalandırılmaktadır.

Fransa’da, (Ceza kanunu IV kitabının II.babında), “kamuya açık yerlerde veya bölgelerde her türlü ayaklandırıcı söz ve şarkıları bağırarak söyleyenler”in, (10 günden 1 aya kadar hapis ve 5.sınıf kabahatler için öngörülen para cezası veya bu iki cezadan biri ile) cezalandırılacağı belirtilmektedir.

Walessa’nın önderliğindeki işçi direnişiyle Rusya’nın dağılma sürecini başlatan, ve Totaliter bir devlet düzeninden demokrasiye geçen Polonya’da, “her kim, faşist veya totaliter devlet düzeni tesis etmek için alenen gayret sarf ederse” “Bir mezhebe inanmamaya dayalı düşmanlığa alenen tahrik ederse...” gibi, “düşünce açıklaması”nı kısıtlayan hükümlerle, (devleti değil!!!) toplumsal barışı ve özgürlüğü güvence altına almaya çalışmaktadır.

Danimarka’da, “Her kim, aleni veya büyük bir çevrede yaymak kastıyla, bir insan grubunu mensup olduğu ırk ya da derisinin rengi etnik menşei inancı ya da cinsi tercihleri dolayısıyla tehdit eder alaya alır veya küçük düşürücü açıklamalar ya da başka türlü bildirimlerde bulunursa...” gibi hükümlerle, devlet için değil, halkın içindeki farklılıklar ve toplumsal barış için yasaklar getirmektedir.

Yunanistan’da; (Suç Özel hükümlerin düzenlendiği 2.Kitabın F kapitali altında, Kamu Düzeninin İhlali, m.183-197) “Her kim, aleni olarak herhangi bir şekilde halkı birbirine karşı kine veya kuvvet kullanmaya tahrik eder veya teşvik eder ve bu surette kamu barışını bozarsa...”, şeklinde, somut kriterler koymakta, suçun oluşumu için, kamu barışının bozulmasını şart koşmaktadır.[13]

Türkiye dışındaki ülkelerin hemen hepsinde, düşünce açıklamasına getirilen sınırlama “devletin güvenliği”ni değil, “sosyal barışı” ve “halkın güvenliğini” esas almaktadır. Dolayısıyla, başka ülkelerde benzer yasal düzenlemeler bulunduğu iddiası olayın çarpıtılmasından başka bir amaç taşımamaktadır.

aa)-Sorunlar: Fikir özgürlüğünün üçüncü boyutu (aşaması), fikir ve kanaatlerin açıklanmasını oluşturmaktadır. Fikir özgürlüğünün birinci aşaması olan “bilgiye ulaşma hakkı” (gerçek anlamda) gerçekleştirilmediği takdirde, özgür bir seçimin yapılamayacağı açıktır. Fikir ve kanaatlerin açıklanması, (serbestçe pazara sunulan fikirler arasında) özgür bir tercihin yapılabilmesine bağlıdır.
Farklı düşünceler arasında herhangi birinin tercih edilmesi, ifade özgürlüğü açısından son derece önemli bir adımdır. Bu tercihten sonrasını, fikir ve kanaatlerin açıklanması oluşturmaktadır. Belli bir tercihte bulunanın, (bu aşamadan sonra) dışa yönelik bir açıklama safhasına geçmesi, üçüncü kişiler açısından, bilgiye ulaşma hakkına katkı sağlamaktadır. Aynı eylem, birey açısından (tercih ettiği) düşüncenin açıklanması, karşı taraf açısından, bilgiye ulaşma hakkını oluşturmaktadır. Fikir ve kanaatlerin açıklanma hürriyeti önünde çok sayıda fiili ve yasal engel bulunmaktadır.
Fiili engellerin başında, mevcut yasalarda tanınan hak ve özgürlüklerin, fiilen kullanılamaması gelmektedir. Yasayla uygulama arasındaki uçurum, ülkemizin en önemi sorunlarından birini oluşturmaktadır. Başta emniyet ve güvenlik güçleri, yasal bir çok hak ve özgürlüğü, fiilen kullanılamaz hale getirmektedir.[14] Bürokrasi de, mevcut yasaları (yasa koyucunun amacına uygun olarak değil) kendi keyfine göre yorumlamaktadır.[15] Fiili engeller, -maalesef- güvenlik güçleri ve bürokrasiyle sınırlı kalmamakta, bu fiili duruma, (hukuka aykırı) bu uygulamayı ortadan kaldırması gereken, “yargı erki” de katılmaktadır. Hatta hukuka aykırı bu fiili durum, bizzat yargı erki tarafından teşvik edilmekte ve (hukuk dışı bu fiili uygulamalar) desteklenmektedir.[16]
Yasal engeller ise, “düşünce açıklamayı”[17] açık bir şekilde suç sayan yasal düzenlemelerden oluşmaktadır. Bu yasal düzenlemelerin başında, TCK.312.maddesi, TCK.159.maddesi, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunun 7.maddesi, 58156 sayılı Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar hakkında kanun gelmektedir. Düşünceyi (açıklamayı) suç sayan yasa ve maddeler sadece bunlarla sınırlı olmayıp, diğer birçok yasada, buna benzer hükümler yer almaktadır.[18]
T.C.K.312.maddesi, son yıllarda, üzerinde en çok tartışılan maddelerden biri olmuştur. Bu maddenin tarihi gelişimi (süreci), ülkemizdeki hukuk anlayışı konusunda da ipuçları vermektedir. 312.maddenin doğuşu, bir bakıma 163.maddenin ceza kanunundan çıkartılmasıyla başlamaktadır. TCK.163.madde ve TCK.141-142.maddelerin kaldırılması, düşünce özgürlüğü yönünde önemli bir adımdır. Ne var ki, kafalardaki yasak kalkmadığı için, TCK.163.maddenin yerine “yeni bir yasak” aranmaya başlanmış ve TCK.312.madde bulunmuştur!!![19]
TCK.159.maddesi de, çok sayıda (siyasetçi, bilim adamı, medya mensubu) aydının, yargılandığı bir madde olmuştur. Bu maddeyle, “devlet” ile “hükümet” (bilinçli olarak) birbirine karıştırılmış, hükümetin hiçbir tasarrufu, eleştirilemez hale getirilmiştir. Bu maddeden yargılananların çok büyük bir bölümünün, dava sonunda beraat etmeleri, bu maddenin nasıl bir baskı unsuru olarak kullanıldığını göstermektedir. 
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, esas itibariyle, “terör örgütleri”ni ve “terör suçları”nı engellemek amacıyla çıkarılmış bir kanundur.  (Yasanın amacı bu olmakla birlikte) 3713 sayılı kanunun 8.maddesi, çok açık bir şekilde propagandayı (yani, düşünce açıklamasını) suç saymaktadır. Terör örgütüyle ilgisi olmayan çok sayıda kişi, bu maddeye dayanılarak yargılanmış ve mahkum edilmiştir.[20] Demokratik bir toplum ve devlet düzeniyle bağdaşmayan bu yasak, bu gün için de halen devam etmektedir.
Bir çok aydın, (bilim adamı, düşünür, gazeteci, siyasetçi) sadece fikir ve kanaatlerini açıkladıklarından dolayı, ağır ceza mahkemelerinde, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde veya Asliye ceza mahkemelerinde yargılanmışlar ve bu gün de yargılanmaya devam etmektedirler.
bb)-Sebepler: Fikir ve kanaatlerin açıklanma hürriyeti, (sözde) toplumun güvenliği/selameti amacıyla yasaklanmaktadır. Gerçekte bu yasaklarla, toplumun güvenliği/selameti tehdit edilmekte, toplumsal barışın altına dinamit konulmaktadır. Hükümetlerin özgürlük vadeden seçim beyannameleri ve açıklamalarına rağmen, fikir ve kanaat hürriyeti önündeki yığınla engellerden, bu hak ve hürriyetlerin, devletin içindeki bazı güçler tarafından istenilmediği sonucu çıkmaktadır.
cc)-Çözüm Önerileri: Fikir ve kanaatlerin açıklanması önündeki (her türlü hukuki, fiili vs.) yasaklar kaldırılmalıdır. Bu yasakların kalkmasıyla, toplumun huzuru ve güvenliği gerekçelerinin (yasak için) bir argüman olduğu anlaşılacak, iddia edilen bir çatışmanın gerçekleşmeyeceği görülecektir.
Sadece yasağın kaldırılmasıyla yetinilmeyip,  bu özgürlüğün aktif bir şekilde kullanımı sağlanmalıdır.
Bunun gerçekleştirilmesi için, yargı birliği ilkesiyle bağdaşmayan özel nitelikteki mahkemeler (bu meyanda), Devlet Güvenlik mahkemeleri kaldırılmalıdır.
Terör tanımı uluslar arası hukuka uygun olarak yeniden düzenlenmeli, cebir ve şiddet içermeyen düşünce açıklamaları, koruma (güvence) altına alınmalıdır.
Herhangi bir kişinin fikir ve kanaatleri, (eyleme dönüşmediği takdirde), herhangi bir konuda, tercih veya tercih edilmeme nedeni olmamalıdır.

ÖZETLE, ifade özgürlüğü, bir toplumun kanatlarıdır. Kanatları olmayan bir kuşun uçabilmesi (devletin, siyasal, ekonomik, sportif veya bilimsel herhangi bir konuda atılım/sıçrama yapabilmesi) mümkün değildir. Ülkemizin ağır ekonomik sorunlarla karşı karşıya olduğu doğrudur. Ancak, ekonomik sorunların da temelinde bu yasaklar yatmaktadır. Sağlıklı bir ekonomi, mutlu insanlarla oluşturulabilir. Sürekli, yasaklarla tehdit altında tutulan insanların, mutlu olmasını beklemek, eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bu nedenle, demokratik bir toplumun oluşabilmesi, (önemli-önemsiz ayırımına gidilmeksizin), her türlü bilgi ve haber kanallarının, (tümünün) “açık” ve “özgür” olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu kanallardan biri veya bir kaçının tıkalı olması, sağlıksız bir bünye demektir. Sağlıksız bir bünyenin (toplumun), geleceğe yönelik sağlıklı adımlar atması ise mümkün değildir.

[1] Tanör, Bülent, Siyasi Düşünce Hürriyeti, shf.44-47
[2] Erdoğan, Mustafa, “Rejim sorunu”, Vadi Yayınları, 1997, shf. 125
[3] Sunay, Reyhan, İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları, LDT, 2001, Ankara, shf.18
[4] Sunay, Reyhan, İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları, LDT, 2001, Ankara, shf.19
[5] İnsel, Ahmet, Düzen ve Kalkınma Kıskacında Türkiye, Ayrıntı yay, İst.1996, shf.31
[6] Gelişmiş (demokratik ülkelere kıyasla) ülkemizdeki kitap ve gazete satışlarının son derece sınırlı oluşu, toplum içindeki bilgi alışverişinin sağlıklı olmadığını göstermektedir. Az sayıdaki yayınların tamamına yakını, resmi ideolojiye aykırı olmayan yayınlardan oluşmaktadır. Resmi ideolojiye aykırı (yazarının/yayıncının/gazetecinin) başına gelenler, özgür düşünceyi kısıtlamakta, bilgi pazarını daha da daraltmaktadır.
[7] Erdoğan, Mustafa, “Rejim sorunu”, Vadi Yayınları, 1997, shf. 219
[8] 3.03.1340 tarih ve 430 sayılı, “Tevhidi Tedrisat Kanunu” (06/03/1340 tar. Ve Sayı: 63 sayılı Resmi Gazete)
[9] Gerçekten, eğitim ve gelir düzeyi yüksek aileler üzerinde yapılan istatistikler, bu kesimin, (statükoyu/resmi ideolojiyi) mevcut uygulamaları benimsediğini göstermektedir. Bu nedenle, (yapılan düzenlemelerle) bu kesimin önü açılmaya çalışılmaktadır.
[10] Örneğin, internet kullanımının yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde, internet erişim hizmet bedelinin (devlet tarafından) 5-6 kat artırılması, bu zammı müteakiben, yüz binlerce internet kullanıcısının, aboneliklerini iptal ettirmesine yol açmıştır. Hizmetin gerekleriyle bağdaşmayan bu zammın, dolaylı bir yasak olduğu kuşkusuzdur.
[11] Kabaoğlu, “Düşünce Özgürlüğü Avrupa ölçütleri ve Türkiye”, İnsan Hakları  Yıllığı, c.15, 1993, shf.47
[12] Emniyette alınan sanık ifadelerinin giriş bölümü, tamamen, kişinin “siyasi tercihlerini” yansıtan, (hangi siyasi partiyi benimsediği? Hangi partiye oy verdiği?, hangi gazeteyi okuduğu?, Namaz kılıp-kılmadığı? Oruç tutup-tutmadığı? Vs. gibi) özgeçmişlerinden oluşmaktadır. Aynı şekilde, vatandaşların nüfus cüzdanlarındaki “din” hanesi, bu özgürlüğün (kanaatlerin açıklanmaması hürriyetinin) kullanımını engellemektedir.
[13] Diğer ülkelerdeki uygulama örnekleri için, Ahmet Gökçen’in, Halkı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürme (Liberal Düşünce Topluluğu, Ankara, 2001) isimli kitabın, 44-56 sahifelerine bakınız.
[14] Toplantı ve gösteri yürüyüşü anayasal bir hak olmasına –ve önceden izin alınmasına gerek olmadığı halde-, bu gün, her türlü toplantı “izin alınmadığı” gerekçesiyle “yasa-dışı” olarak addedilmekte ve topluluk zorla dağıtılmaktadır.
[15] Örneğin, Yüksek Askeri Şura, anayasa komisyonu başkanı Prof.Dr.Orhan Aldıkaçtı’nın açıklamasına göre, “Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimi dışında bırakılması, terfilerin yargıya intikal etmesini önlemek amacıyla konulduğu halde, bu düzenleme, (kurulduğu günden bu güne kadar), yüzlerce askerin ordudan ihracı için kullanılmıştır.
[16] Başörtü yasağının hukuki bir dayanağı olup-olmadığını, (en iyi) hukukçular ve hukuk kurumları bilmesi gerekir. İdarenin (üniversitelerin, ideolojik, siyasal veya başka amaçlarla) böyle bir yasağı uygulamaya koyması, (bir ölçüde) anlaşılabilir. Ancak, bu yanlış uygulamayı kaldıracak merci de, yargı kurumlarıdır. Bununla birlikte Yargı mercileri, (Anayasadaki, “Anayasa Mahkemesinin yasa koyucu gibi davranamayacağı” şeklindeki açık hükmüne rağmen) Anayasa mahkemesinin başörtüsüyle ilgili eski kararının (zira aynı konuda başörtüsünü serbest bırakan ikinci bir kararı vardır!!!) gerekçesini, başörtü yasağının dayanağı olarak uygulayabilmişlerdir... Dolayısıyla, başörtü yasağının asıl sorumlusu, üniversiteler ve YÖK değil, bu uygulamaya imkan veren yargı mercileridir.
Aynı durum, meslek liseleri mezunları için de geçerlidir. Yasal bir düzenleme yapılmadığı halde, hatta (öğrencilerin başarısını esas alan) yasanın aksine, eğitim kurumlarına başarı puanı vermek suretiyle meslek lisesi mezunlarının puanları, aynı sayıda soruyu cevaplayan lise mezunlarına oranla, yarıya kadar düşürülmüş ve üniversiteye girebilmeleri imkansız hale getirilmiştir. (Sadece iki yasak on binlerce öğrencinin geleceğini karartmaktadır.) Bunların dışında, yüz binlerce kişiyi ilgilendiren pek çok uygulama örnekleri, binlerce kişiyi aileyi mağdur etmiştir.)
[17] Düşünce özgürlüğüyle ilgili yasal düzenlemelerden bahsederken, bu raporun, (toplantı, gösteri, yürüyüş, örgütlenme ve düşünceyi yayma özgürlüğünü kapsamadığını) “ifade özgürlüğü”yle sınırlı olduğunu hatırlatmak isteriz. Düşünce özgürlüğünün, “örgütlenme” ve “yayma” boyutu bu rapor kapsamında yer almadığından, bu konudaki kısıtlamalar ve yasaklar burada ele alınmamıştır.
[18] Gazeteci Mehmet Ali Birand aleyhinde, “halkı askerliğe karşı soğutmak”tan dolayı dava açılmış, ceza almaktan kıl ayı kurtulmuştur. Hasan Celal Güzel’in, (28 şubat günlerinde) gazetelerde –alenen- çarşaf çarçaf yayınlanan andıçlarla ilgili açıklaması/tekrar etmesi, “askeri sırları ifşa etmek” olarak nitelendirilerek aleyhinde dava açılmış, yargılama konusu yapılmıştır. Emniyet istihbarat kurumunun en yetkili kişisi Hanefi Avcı’nın –göreviyle ilgili- çalışmaları, suç sayılarak aleyhinde kamu davası açılmış, askeri mahkemede yargılanmıştır. Bu örnekler, (görevi ne olursa olsun) (belli bir konuda) resmi ideolojinin durduğu yerde durmayan herkes için, “suç” (ve yargı mercii) bulunmakta zorlanılmadığını göstermektedir.
[19] Bir önceki hükümetin Adalet Bakanının, (O günlerde, basına da yansıyan), “TCK.312.maddenin, 163.maddeden doğan boşluğu doldurmak amacıyla kullanıldığı” yönündeki beyanları, bu gün, TCK.312.maddesine göre suç sayılan açıklamaların –tamamına yakınının- esasen suç teşkil etmediği anlamına gelmektedir. TCK.163.maddenin kaldırılmasından önceki TCK.312.uygulaması, TCK.312.maddesinin, bu günkü şekilde anlaşılmadığını göstermektedir.
[20] Özellikle Güney-Doğu’da, -seçimle iş başına gelen- belediye başkanları, (yasalara göre faaliyet gösteren legal) siyasi parti temsilcileri, bu yasaya muhalefetten yargılanmış ve mahkum edilmişlerdir.

Avukat CÜNEYT TORAMAN